16 Kasım 2009 Pazartesi

1980 Sonrası Toplum ve Kadın, Adalet Ağaoğlu – Çok Uzak Fazla Yakın

Adalet Ağaoğlu’nun oyunları incelendiğinde, hem yazarın tiyatro yazını konusundaki ustalığına, hem de Türkiye’nin çalkantılı dönemlerine tanıklık etmek mümkündür. Ağaoğlu, oyunlarında ustaca kurguladığı yapının altına, eserin yazıldığı dönemin siyasal ve toplumsal olaylarını ustaca yerleştirir ve gözler önüne serer.

1970’li yılların sosyal ve politik yapısını Kozalar oyununda irdelemeyi başaran Ağaoğlu, 1992 yılında yazdığı Çok Uzak Fazla Yakın oyunuyla da, 1980 sonrası Türkiye’sini ve toplumun yaşadığı ihtilal sonrası bunalımı başarılı bir şekilde irdeler.

1980 sonrası apolitikleşen toplum ve pasif bir duruma düşen aydın kesim, dönemin Türkiye’sinin toplumsal ve siyasal yapısının yeniden şekillenmesine ve seksen öncesinden farklı bir yapıya dönüşmesine neden olmuştur. Bu durum yazarları da etkilemiş ve eserlerinde de bu durum gözler önüne serilmiştir.

Ağaoğlu, Çok Uzak Fazla Yakın oyununda 1980 sonrası aydınlarını ve toplumsal yapısını ele alır. 1980 sonrası sanatçı ve aydınlar, ihtilal sonrası düşünce açısından kendi benliklerinden kopmuş ve daha bireysel konulara yönelmişlerdir. 12 Eylülün sanatçılar üzerinde depresyon etkisi yaratan, depolitize olmuş şiddetli baskı ortamında; düşündüklerini rahatça söyleyemeyen, kendilerini boşlukta hisseden küstürülmüş yazarlar; 1950 sonrası romanında önemli yer tutan sosyal konulardan -yaşadıkları ortam ve dönem itibariyle bunları devam ettiremedikleri için- uzaklaşarak, bireyi ilgilendiren konulara eğilirler.

Ağaoğlu, oyunda beş tane kardeşin yaşamlarını sunar ve temelde de bunların ikisini odak noktasına koyar. Kardeşler, oyun döneminin (1980 sonrasının) toplumsal yapısını ve özellikle de aydın sınıfın durumunu gözler önüne serer. Tura ailesinin bireysel hikâyeleri çerçevesinde şekillenen oyun, toplumun değişimine, siyasal çalkantılara ve bireyler üzerindeki yansımalara değinir.

Oyun temelde, yıllar sonra annelerinin ölümü sonrası karşılaşan ikiz kardeşlerin geçmişlerini irdelemelerini konu alır. Bu irdelemeyi sadece geçmişe yolculuk olarak değerlendirmemek gerekir çünkü bu biçim aydın ve sanatçıların ihtilal sonrası ve öncesi durumunu irdelemek açısından önemlidir. Her iki kardeş de süreç içinde farklılaşmış ve önceki hallerinden tamamen farklı bir yapıya bürünmüşlerdir. En önemlisi de birbirlerinden kopmuşlardır. Bu kopukluk tüm kardeşler için geçerlidir ve aslında Türkiye’nin yapısını gözler önüne sermektedir.

Başkarakterlerden biri olan Aydın, yıllar önce tiyatroya gönül vermiş ve çeşitli oyunlarda rol almış, yönetmiş ve işletmecilik yapmış biri olarak çıkıyor karşımıza. Ancak günümüzde ise tamamen bireyci bir yapıya bürünmüş ve tiyatrodan kopmuş olduğu da gözler önüne seriliyor.

AYDIN: (…)Artık oyun yazmayacağım. Yönetmenlik de etmeyeceğim. Sahneye de çıkmayacağım. Tiyatro bitti.
MELTEM: Ben de salt şiirle yaşayamayacağını söylüyorum. Hiç gerçekçi değilsin.
AYDIN: Hayatın anlamını ve sanatın gerçeğini arıyorum. Yalnız onu. (…)

1980 sonrası sanatçı ve aydınlarında görülen bireyselliğe dönüşün en açık göstergesidir Aydın karakteri. 1980 sonrası sanatçıları; kendilerinden önceki sosyal gerçekçilerden ve soyutçulardan farklı, yeni bir tarza yönelme ihtiyacı duyar ve bu ihtiyacı dünya edebiyatını etkilemekte olan postmodernizme yönelerek karşılamaya çalışırlar. Bu durum da sosyal konulardan çok biçim ve sanat konularını işlerler. Aydın da genel olarak seksen sonrası aydın profilinin bir göstergesidir ve bu yüzden de adının “Aydın” olması hiç de tesadüf değildir. Aydın’ın geçmişte yer alan idealist görüşü, bugün egoist bir yapıya dönmüş ve onu da “sahte” bir üretkenliğe taşımıştır.

Aydın’ın ikiz kardeşi olan Meltem, ikizinin yıllarca gölgesi altında gizli kaldıktan sonra popüler dünyayı tercih etmiş ve seksen sonrası yaygınlaşan “eğlence ve televizyon” dünyasına kaymış sanatçıların profilini çizer. 1980 sonrasında televizyon ve yaygınlaşan, kürselleşen sanatların popülerliği başlar. 1980 sonrası dönemde Türkiye’de gündelik yaşamın biçimlenmesinde özellikle “televizyon” önemli bir etkiye sahip olmuştur. Bu dönemle birlikte televizyon izlemek, toplumda en yaygın zevk ve alışkanlık biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Televizyon ekran başında geçirilen zamanın ötesinde dilden, müziğe, tüketimden, politikaya hemen her şeyi etkileyerek gündelik yaşama adeta damgasını vurmuştur.

Meltem, sanatsal kişiliğinden ödün vererek ve çeşitli fedakârlıklar yaparak yüksek yerlere gelmiş ve bunu yaparken de “kadın”ın seksen sonrası durumunu da irdeletme şansı tanımıştır. Bunu yazımızın ilerleyen bölümlerinde ele alacağız. Ağaoğlu Meltem karakterinde de isim sembolizasyonuna gitmiştir. Meltem, adeta güçlü bir rüzgâr gibi yükselmiş ancak kendi sanatsal yolculuğunda ise adeta bir “meltem” gibi savrulmuştur. Meltem rüzgârı farklı iklimler arasında esen bir rüzgâr türüdür.
Ağaoğlu, diğer üç kardeşin yaşamlarıyla da seksen sonrası değişen toplumsal yapıyı tamamlar. Semih ile seksen döneminde ve öncesinde yaşamlarını yitiren gençleri, Metin ile seksen sonrası yurttan kaçan aydınları ve onların tam olarak gerçekleşemeyen hayallerini, cemil’le de bir daha haber alınamayan ve belki de sonrasında ölüm haberleri alınan kesimleri gözler önüne sunar.

Bugüne gelindiğinde Tura ailesinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Kardeşler arasında bağ kalmadığı gibi, anne ile baba da vefat etmiş ve aile tamamen ortadan kaybolmuştur. Türkiye’nin seksen sonrası ve öncesi ayrımı ailenin yok oluş hikâyesi ile eş tutulmakta ve seksen sonrasının getirdikleri net bir şekilde sunulmaktadır.
1980 sonrası dönemin getirdiği en önemli gelişme kadın hakları konusundadır. 1980 sonrasında kadın hakları konusunda yaşan gelişmeler oyunda kendini farklı ve başarılı bir şekilde gösterir. Özellikle, 1980 sonrası cezaevlerinden çıkan sol görüşlü kadınların, yavaş yavaş geliştirdikleri Feminist anlayışıyla, kadın hakları konusunda ciddi sayılabilecek gelişmeler oldu. Eğer, Türkiye’de bir Feminist Hareket’ten bahsedilecekse, bu 1980 sonrası gelişmiştir.(…) Sosyalist ideolojinin bu sorunu çözemeyeceğini, içinde bulundukları sol hareketlerde kadın olarak tekrar ezilmelerinden kaynaklanan bir pratik hayatın dayatması, onları başka arayışlara aramaya yöneltti. Bu da, Türkiye’de, Feminizm’in toplusal yaşam içine canlı bir şekilde girmesini ve mücadelesini sağladı. Cılızda olsa, Feminizm gelişmeye başladı.
Ağaoğlu oyunda da bu durumu, geçmiş ile gelecek arasındaki farklılıklar içinde gösterir. Geçmişte ikizinin gölgesi altında kalan, bu durumun hiç de farkında olmayan, hatta mutluluk duyan Meltem, bugüne geldiğinde kendi gücünün farkına varır ve kardeşi olmadan da işler yapabileceğini anlar. Temelde ataerkil toplumda bir erkeğe layık görülebilecek işlerin altından kalkar ve yükselir, zengin olur. Tek başına, bir kadın olarak yükseldiğini oyunun girişinde belirtmektedir:

TV RÖPORTAJCISI: Sahi, hiç destek gördünüz mü bu yolda? Yani ailenizden, dostlarınızdan, şimdi kızacaksınız ama erkeklerden?
MELTEM: Eksik olmasınlar beni sevenlerin, bana inananların manevi desteklerinden başka kimseden, hiçbir yerden maddi destek görmedim. Erkekler konusunda ise verilecek bir hesabım olduğunu, olsa da benim erkeklerimden gayrı kimseyi ilgilendireceğini sanmıyorum.

Meltem, şimdiki zamanda ataerkil yapıdaki bir erkeğe göre doğru biçilen her şeye sahip olmuş ve yaşamını da bu biçimde şekillendirmiştir. Bu durum, geçmişle bugün arasında geçirdiği sürecin sonucudur. Artık “erkeklerinden” dahi söz edebilecek bir kişiliğe bürünmüş ve gücünü ispat etmiştir. Ancak bu yolda çeşitli aşamalardan geçmiş olduğunu da belirtmek gerekir. Meltem, ataerkil yapı karşısında bir savaşıma girmiş, gerektiğinde kuralına göre oynamış ve başarıyı bu şekilde elde etmiştir.
Ağaoğlu sadece kurgu ve konuyla değil, karakter yapısıyla da oyunda ataerkil yapıya gizli bir eleştiri getirir. Oyun içinde sunulan aile yapıları ataerkil toplum yapısının zıddına göre oluşturulmuşlardır. Oyun içinde kadınların daha otoriter oluşu göze çarpar. Oyundaki anne ve baba, genel geçer ataerkil aile yapısının zıddı şeklinde sunulmuştur. Anne (Selma) daha otoriter, daha ön plandadır. Kocası Ahmet sessiz, kendi halinde ezilen bir adamdır. Bu durum seyircinin bilinçaltına yönlendirilen gizli bir tutumdur ve Ağaoğlu tarafından ataerkil yapıya getirilmiş bir eleştiridir.

Çok Uzak Fazla Yakın oyunu 1992 yılında “En İyi Tiyatro Ödülü”nü almış başarılı bir oyundur. Oyunda Ağaoğlu, 1980 sonrasını farklı ve ilgi çekici bir yolla yeniden yorumlar ve farklı bir bakış açısı sunar. Oyunun, seksen dönemi ve sonrası için, döneminde yazılmış cesur bir örnek olarak görülmesi gerekir.





Kaynakça
• AĞAOĞLU, Adalet: Toplu Oyunları III, Yapıkredi Yayınları, 2005
• ÇAĞANOĞLU, Gürsel: http://www.lekolin.com/modules.php?name=News&file=article&sid=27
• KOZANOĞLU, C. 80’lerde Gündelik Hayat. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Yüzyıl Biterken. Cilt: 13. İletişim Yayınları. İstanbul, 1996
• ÖZDEMİR, Gülseren: 1980 Sonrası Problemlerinin İnci Aral’ın Romanlarına Yansıması, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, TDAE, 2008

Hiç yorum yok: