Tek düzeleşen, sabitleşen ve dayatılan sistem kuralları içinde benliğini iyice yitiren insan, yeni yüzyılla beraber bu dayatmaları kendi isteği ve arzusu ile kabullenir olmuş, dayatılmışlığı bir kabul mekanizması içinde kendi özgürlüğü olarak nitelendirmeye başlamıştır. Sistemin parçası haline getirilip robotlaştırılmaya özendirilen “yeni” insan, “modern” çağ ile beraber, tüketmeyi, yok etmeyi, körlüğü kendi doğasının bir parçası olarak da kabul etmeye başlamıştır. Ancak işte bu noktada, hala içinde gerçek özgürlüğü ve isyankarlığı da taşımaya devam eden insanoğlu, gizli isyan duygusunu içinde barındırır ve bilinçaltı her an bu rutinleştirme çabasını sürdüren sisteme isyan eder.
Tükenmişliği artık sınırı zorlayan insanoğlu, kendini yok etme riskini bile göze alarak, yaşamını bu şekilde devam ettirir. Artık donmuş, doğru dürüst kımıldayamayan, hissiz bir varlığa dönüşmüştür. Bu noktaya getirilen insan artık tek sıyrılmayı bilinçaltının göstergesi olan düşlerde bulur ve savaşını bu düşlerde –kabuslarda- gerçekleştirir. Gerçeklikte sistem savaşı imkansız gibi görünse de, düş bu isyanın temelini gösterir.
Belçika’nın bol ödüllü topluluğu “Abattoir Fermé” , Haziran ayında garajistanbul’da gerçekleştirdiği MYTHOBARBITAL oyununun gösterimiyle işte seyircisini bu isyanın düşüne konuk ediyor. Farklı, ilginç ve çarpıcı bir sahnelemeyle yaklaşık bir saat boyunca seyircisine çağın insanını çarpıcı bir şekilde gösteren “Abattoir Fermé”, oyunu düş boyutuna, bir bilinçaltı yolculuğuna taşıyarak adeta bir arınmaya dönüştürmeyi başarıyor.
Tarih içinde farklı dönemeçlerden geçen insanlık, kendi tarihi içinde sürekli en kutsal varlık olarak gösterilmiş ve üstünlüğünü korumuştur. Ancak yirmi birinci yüzyılla beraber tüm özelliklerini teslim etmeye zorlanan insan köleleştirilmiş ve kutsallığından, değerlerinden iz kalmamıştır. Çağ insanlık için düşüş çağıdır. Artık insanlık bütün yıkılmışlığına rağmen güçsüz bir şekilde ayakta tutulmaya, yalan duygularla duygu zenginliği yaratılmaya çalışılmakta ve neredeyse uyurgezer bir halde oradan oraya eylemlerini gerçekleştirmesi sağlanmaktadır.
Mythobarbital oyunda yer alan üç karakter de, kutsallığını yitirmeye başlamış, düşmüş ve yok olmuştur. Artık tamamen yapay bir şekilde, enerji içecekleriyle, kahveyle ayakta kalmaya çalışmaktadırlar. Çaresiz ve umutsuz bir şekilde, sayısız sigarayla yaşamaya devam ederler.
Oyunun yönetmeni Stef Lernous oyunu tümüyle sözsüz kurgulamış. Ancak sözsüz olmasına rağmen kullandığı tekniklerle karakterlerin ruhsal yapısını ve sistemle olan ilişkilerini iyi yansıtmış. Yenilmiş ve bunalmış insanlığı iyi bir şekilde resmetmiş. Farklı bir ruh hali içinde geçen oyun, seyircisini de içine alarak, büyük bir yüzleşmeye girilmesini sağlıyor.
Oyun bizi sıradan bir oturma odasıyla selamlıyor. Tüm sıradanlığı ile artık uyurgezer duruma gelmiş karakterler tüm duyarsızlıklarıyla; tüm iletişimsizlikleri ile “yeni yüzyıl”ın yaşam biçimine ayak uyduruyorlar. Ancak artık ne kahve, ne enerji içecekleri ne de sigara onları içinde bulundukları uykudan uyandıramıyor. Yönetmen Stef Lernous’ın önemle üzerinde durduğu “sahne durağanlığı” çağın insanı düşürdüğü durumu oldukça başarılı bir şekilde yansıtıyor. Oyun içinde tüm karakterler oldukça ağır bir halde hareket ediyor-bir anlamda zorla yaşamaya çalışıyorlar. Durağan insan, köleleşmiş ve yok olmuş insanlığı açık bir şekilde betimliyor.
Oyunun tam adı olan “Mythobarbital: Titanların Düşüşü” oyun için ipuçları barındırıyor. Yunan mitolojisine göre titanlar Uranüs tarafından ölüler ülkesine gönderilen ancak daha sonra da Zeus tarafından tekrar yeryüzüne getirilip özgürleştirilmiş olan kutsal ve görkemli devlerdi. Abattoir Fermé için de insanlık titanlar gibi “ölüler ülkesine” gönderilmiş varlıklardır; ancak artık Zeus gibi bir kurtarıcı da yoktur. Orada kalmaya mahkûmdurlar. Düş de sadece kısa bir sıyrılma
anıdır.
Git gide bir düşe dönüşen oyun artık bir isyanın sesine dönüşmeye başladığı vakit, yok olan insanların dönüşümünü de göstermeye başlıyor. Adeta bir düş masalıyla yaşamın yeniden betimlenmesi başarılı bir şekilde yapılıyor. Kötülüklerden arınmış ve artık yok olmuş olan masal kahramanları bile yeniden hayata dönüyor. Uzun saçlarını kuleden sarkıtan Rapunzel, Kırmızı ayakkabılarıyla Dorothy ve cam bir tabutta tutulan Pamuk Prenses… Tüm imgeleri başarılı bir şekilde sunuyor bize Stef Lernous. Başarılı buluşlarla tüm dekoru yaratıcı bir şekilde sunmayı başarıyor. Evin koltuğu kuleye dönüşebiliyorken, camdan yapılmış orta masa tabuta dönüşüyor.
Oyun içi kullanılan her teknik ve buluş, sahnelemenin başarısını arttırmada önemli bir etken. Sözün kullanılmadığı oyunlarda sahneleme tekniklerine daha çok dikkat etmek gerekiyor. Stef Lernous bu işin de altından kalkmayı beceriyor. Oyunun gizli ve gitmeyen temposu, denenmemiş sahne unsurları seyirciyi bir an olsun oyundan koparmıyor. Aniden sahneye tepeden sular akabilirken, aniden sahne parçalanmaya başlanabiliyor… Seyirci her an tetikte tutuluyor.
Oyunun ağırlığı, tempoyu ve ilgiyi düşürmüyor. Net ve açık bir şekilde işlenmiş olan kurgu seyircinin ilgisini dağıtmıyor. Sözsüz oluşu oyunun başarısını kötü yönde etkilemiyor. Tam aksine Kreng Steers tarafından bestelenmiş olan oyun müzikleri oyun boyunca sürerek etkinin artmasını kat ve kat yardımcı oluyor.
Oyunda yer alan üç oyuncu Tine Van den Wyngaert, Chiel van Berkel, Kirsten Pieters müthiş bir uyum içinde oyunu sürdürüyorlar. Oldukça zor sahnelerin altından kalkmayı başaran oyuncular, oyunun başarısında önemli bir yerde duruyorlar. Oyuncular düş ve masal yaratımın odağında yer alıyorlar ve bunu başarıyorlar. Oldukça farklı ve zor sahneyi enerji düşürmeden ustalıkla sergiliyorlar.
Abattoir Ferme, Mythobarbital oyunuyla zor bir işin altından kalkıyor. Sözsüz olanla anlatımın birleşmesi, sözsüz olanla düş gücünün birleşmesi, sözsüz olanla çağ insanının sunulması oyunun başarısının temelini oluşturuyor. Tamamen görselliğin konuştuğu sözsüz oyunlarda dekor, ışık ve ses tasarımı da çok önemli oluyor. Abattoir Fermé bunun da altından başarıyla kalıyor. Titanların düşüşü ile çağın insanının düşüşüne çarpıcı bir yorum getiren Abattoir Fermé, kullandığı farklı ve ilginç sahneleme teknikleriyle, anlatımının evrenselliği ile ayakta alkışlanmayı hak ediyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder