Oyunu Bozmak – Farkında Olmak
Küçük yaşlardaki çocuklara tecavüzler, toplumun erkek egemenliği, toplumun kadınlarla ilgili katı kuralları, dinlerin kadınlarla ilgili katı kuralları, din kitaplarında kadınlarla ilgili yazılan katı kurallar, kadına toplum içinde biçilen rolün sadece annelik ve ev hanımlığı olduğu, sevilecek kadının ayrı – yatılacak kadının ayrı olduğu düşüncesi, kadının zekasının sadece şeytanın yanında yer aldığı – kadının şeytan tarafından yönetildiği düşüncesi, tecavüze uğrayan bir kadının suçsuz değil de tam aksine öldürülmesi gereken bir namus lekesi olduğu gerçeği ve buna benzer kadının ikinci sınıf olduğu türünden bir sürü düşünce beynimizde yer alan gerçekler ve hepimiz bu tür yargıların olduğunun farkındayız. Bunlar Türkiye’nin ve hatta dünyanın büyük bir kısmının gerçeği. Hepimiz bu tür düşüncelerin farkındayız. Hatta “aydın” ve “ilerici” sıfatları altında yaşayan bizler, bu gerçeğin bir sorun olduğunun farkındayız. Ama yaptıklarımız çoğu zaman bir “vah vah...!” demenin ötesine geçmiyor. Bu olgular kabullenmiş, yaşıyoruz...
Bu konuda söylenenleri, araştırmaları, önerileri, çözümleri, gerçekleri, tanıkları, haberleri içeren koliler dolusu kitabı, yayını, filmi size sunabilir ve haberdar olmanızı sağlayabiliriz. Ancak hiç birisi de geçen hafta izlediğim, Garajİstanbul’un yeni oyunu “Oyunu Bozuyorum” gibi tokat etkisi yaratmayacaktır. Tek perdede ve sahnede 90 dakika boyunca tek başına izlediğimiz Övül Avkıran’ın hepimizin artık farkında olup da kabullendiğimiz, bu oyunun da aslında uyumlu bir parça olduğumuz, hepimizin suçlu olduğu gerçeğini yansıttığı ve “oyunu bozduğu” bu oyundan, bu kadar büyük bir etkilenme ile ayrılabileceğimi ummuyordum.
Oyunu Meltem Arıkan yazmış, Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran tarafından yönetilmiş. Ses tasarımı Selçuk Artut’a, Işık Tasarımı Yüksel Aymaz’a ait.
Garaj İstanbul’un Türk Tiyatrosunun dünya tiyatrosunun çağdaşlığını yakalamak adına önemli bir iş başardığını kabul etmek gerekiyor.
'Tiyatro' kültürünün hala aşılanmaya çalışıldığı ülkemizde, popüler kültürün dayatmalarına rağmen çağdaş olanı göstermeye çalışmak, tarihi pek de eskilere gitmeyen ve değirmenlere karşı savaşan 'çağdaş' savunucularının arasına girmek Garajİstanbul'u özel kılıyor.
Birkaç sezondur yeni kurulan birkaç tiyatronun – ki bu tiyatrolar bir elin parmağını geçmiyor – bizlere dünya standartlarında ve dünyanın gelişmiş tiyatroları ile yarışabilecek oyunlar sunması sevindirici bir gelişme. Bu yüzden Avkıranlar ve Garajistanbul ekibi büyük bir alkışı, bir tebrik almayı hakkediyor. Hepimiz standartlaşmış, yeniliğe dair hiçbir şey taşımayan oyunlara o kadar alıştık ki, gerçek çağdaşlığı taşıyan oyunları izlemek bizlere elbette ki tokat etkisi yaratıyor. Hepimizin duymaya alıştığı, artık vurdumduymaz olduğumuz, bir sorun olduğunu bilsek de, çeşitli sunumlarda (yayınlarda, kitaplarda, filmlerde...) klişeler şeklinde sunulan gerçekler , artık olaylara aldırmaz bir şekilde bakmamızı sağlıyor. Bu noktada Garaj İstanbul’un oyunu seyirciyi farkına vardırıyor gerçeklerin. Oyun sonrasında göz yaşlarıma hakim olamamam, ve hatta –uç bir örnek olsa da- kadınlara ve çektiklerine birden farklı bir gözle, bir farkına varış ile bakmamı sağlayan bir oyun oluyor “Oyunu Bozuyorum”.
Oyunda Övül Avkıran’ı tek başına sahnede izliyoruz. Çağdaş sahneleme unsurları ile sahnelenen oyunda, teknoloji de tüm olanakları ile oyuna hizmet ediyor. Tiyatroların saçma bir gurur taşıyarak çoğu zaman teknolojiyi, sinemayı reddettiğini biliyoruz. Halbuki bu unsurların bir oyuna ne kadar hoş bir şekilde hizmet ettiğini “Oyunu Bozuyorum”da görüyoruz. Oyun, fuayede gösterilen bir video gösterisi ile başlıyor. Projeksiyon yardımıyla, sunum perdesi üzerinde bir röportaj izliyoruz. Bizlere her zaman duyduğumuz gerçekler bir röportaj yardımıyla sunuluyor. Bu sunum, her zaman duyduğumuz olguları, klişe bir röportaj yardımıyla bizlere sunuluyor. Her zaman yaptığımız gibi bir “vah vah...” söylemi bırakıyor biz seyircilerde. Ancak birazdan izleyeceğimiz oyuna bir ön hazırlık oluyor bu. Oyun başladığında, bu sefer aynı söylemleri farklı bir şekilde izlemek, aslında farkında olduklarımızın, ne kadar farkında olmadığımız gerçeğini yansıtıyor.
Oyunda mikrofon yardımıyla veriliyor replikler. Yine teknoloji hizmet ediyor bu noktada. Ses daha da bir etkileyici halde geliyor biz seyircilere. Ses yer yer değişiyor, yükseliyor. Elbette hepimiz, küçük bir salona sahip olan Garaj İstanbul’da oyunun mikrofonsuz da sergilenebileceğinin farkındayız. Ancak teknoloji yine etkiyi arttırmada yardımcı oluyor. Bu unsuru kullanmak akıllıca bir yaklaşım oluyor.
Oyunda, Övül Avkıran bizlere çağdaş bir sunumun taşıması gereken rejiler sunuyor . Dramatik bir yapıyla sahnelenen oyunlara alışan bünyelerde önceleri bir yabancılaşma yaratsa da, çok kısa bir süre sonra seyirciyi etkisine alıyor. Seyirci ile yer yer iç içe süren oyun, gerçeklerle aslında ne kadar iç içe olduğumuz gerçeğini vurguluyor.
Oyunda çeşitli projeksiyon yardımıyla yazıların geçmesi, repliklerin yazılarla desteklenmesi, yerde beliren görüntüler, oyuna başarılı bir şekilde yediriliyor.
Müzik, başarılı bir şekilde oyun boyunca sürüyor. Oyunun etkisine hizmet ediyor. Işık kullanımı da başarılı. Sahnenin yanlarından, küçük spotlarla yapılan aydınlatmalar başarılı sahnelemeye hizmet ediyor. Yüksel Aymaz her zamanki gibi büyük bir akışı hakkediyor. Ayrıca sol yandan, bir oyuncunun yardımıyla, erkek egemenliğini de vurgulayan ve erkeğin cinsel organından gelen el fenerimsi ışık, başarılı bir buluş ve yerinde kullanılıyor.
Oyunda, sahnenin sol yanında bulunan Mustafa Avkıran, sesiyle oyuna katılıyor. Başarılı bir şekilde bu ses, erkek egemenliğinin belki tek düzeliğini yansıtsa da, bazı sorunların olduğunu düşünüyorum. Mustafa Avkıran’ın olgun ve dolgun sesi, özellikle küfürlü bölümlerde biraz, fazla “karizmatik” kaçıyor.
Övül Avkıran, sahnede hiç dinlenmeden büyük bir oyunculuk sergiliyor. Dikkatlerimizi hiç dağıtmadan, o kadar uzun bir süre, gösterdiği performans ve oyunculuğu ile başarılı bir oyun sunuyor. Oyuna büyük bir hakimiyet içinde. Bunu oyunun rejisinde de yer almasına bağlayabiliriz.
Oyun, İngilizce altyazı eşliğinde de sunuluyor. Oyunun uluslar arası bir sergilenişe sahip oluşu güzel. Ancak tam perdenin arkasında büyük bir şekilde yer alan bu çeviri, bazen seyircinin dikkatini dağıtıyor. Yazılar küçültülebilir.
Oyunun metni konusunda bazı küçük pürüzlerden söz etmek mümkün. Özellikle “Oyunu Bozmak” konusunda birkaç sorun yaşıyoruz. Oyun kişisi (Övül Avkıran) “Oyunu bozduğundan” söz ediyor. Oyun boyunca bizlerde, oyunu bozmak adına bir çözüm bekliyoruz. Daha somut bir şekilde bu aşamaya nasıl geldiğini, nasıl karşı geldiği ve sistemden nasıl ayrıldığı sorusunun yanıtını arıyoruz. Ancak bu yanıt gelmiyor. Bu noktada “farkındalığın” oyunu bozmanın parçası olduğu söylenebilir, çünkü oyun boyunca bizlere sadece var olan olgular sunuluyor ki bazen aşırı tekrara kaçıyor. Farkındalığın oyunu bozmak olduğu gerçeğine varmak mümkün oluyor. Ancak bu nokta biraz havada kalıyor.
Oyun, bırakması gereken etkiyi fazlasıyla bırakıyor. Övül Avkıran’ın üstün oyunculuğu ve farklı sahneleme, teknolojinin tiyatroya olumlu katkısı ve bunun saçma bir gururun yadsınarak kullanılması, “Oyunu Bozuyorum” oyununu sezonun başarılı oyunlarından biri haline getiriyor. “Kadın”a farklı bakılmasını, toplumun durumunu, olduğumuz noktayı seyirci silkerek vermesi oldukça başarılı. Özellikle erkeklerin gidip izlemesi ve birazcık utanç duymaları gerekiyor.
Sonuç olarak söylenebilen tek bir şey var. O da oyunun ayakta dakikalarca ayakta alkışlanması gerektiği ve dünya oyunlarının standartlarında bir oyun izlediğimiz için minnettar olunması gerektiği. Bu sezon bitmeden, mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yapım. Tebrikler Garajİstanbul, teşekkürler Garajİstanbul...
Mart 2008
Ufuk Tan Altunkaya
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder