Judith Butler’ın 1991 yılında yazdığı ve yayınlandığı dönem büyük ses getiren eseri “Cinsiyet Belası – Feminizmin ve Kimliğin Altüst Edilmesi” sonunda Başak Ertür’ün çevirisiyle yayınlandı. Zorlu bir çevirinin altından kalkmayı beceren Ertür, kimi zaman İngilizcenin sahip olduğu terim ve kavramların aktarımda zorluğa düşse de Butler’ın fikirlerini başarılı bir şekilde aktarıyor.
Butler “Asıl derdim, toplumsal cinsiyet sınırları içinde dayatılan bir takım basmakalıp fikirlerle, toplumsal cinsiyetin eril ve dişiliğine dair var olan görüşlere itiraz getirmeye çalışmak” diyerek aslında toplumsal olarak heteroseksist düzlem içinde bildiklerimize karşı ezber bozuyor. Cinsiyet kavramı konusunda çeşitli sorular sorarak ve bugüne kadar feminist kuramın savunduğu fikirleri alt üst ederek cinsiyet kavramına farklı bir bakış sunuyor.
Görüşlerini “kadın”ın ne olduğu sorusuyla sunmaya başlayan Butler bilinen ve kabul gören “kadın” kavramını alt üst ederek bu konuda çeşitli kuramları sunuyor.
Kadın nedir? “Kadınlar” kategorisinden Söz Edilebilir mi?
Butler, Feminizm kuramı ele alındığında tek bir “kadın” kavramı üzerinden bir kavrama ulaşılabileceği konusunda görüş birliğine varıldığı görüşüyle başlıyor çalışmasına. Temelde de kadının durumunun, temsil edilişleri veya hiç temsil edilmeyişleri sorunun temel kaynağını oluşturduğu ve bu noktadan hareketle çözümlerin bulunabileceği düşünülüyordu.
Ancak feminist kuramın temel meselesi olan “kadın”ın, “kadınlar” kategorisinin ne olduğu ve neyi oluşturduğu konusunda bir soru beliriyor. Temel güçlerin başında gelen “siyaset” ve onun temsil hakkı, kadın kriterini kendisi belirliyor ve yaptırım uygulatıyor. Dolayısıyla da “kadın” olabilmenin ve belki de savunulabilmenin yolu o kriterlere sahip olmaktan geçiyor. Dolayısıyla temsil edilebilme gücüne erişebilmek için çabalayan feminist kuram, kriterlerin daha üst bir iktidar tarafından belirlendiği bir sisteme ayak uydurmaya çalışarak kendi kendini baltaladığını belirtiyor Butler.
Temelde heteroseksüel ve ataerkil bir düzenin kuralları tarafından belirlenen kadın öznesinin aslında gerçekten bir “özne” olmadığı ve kendi tarafından belirlediği çizgilerinin olmadığı ortaya çıkmış oluyor.
“Kadınlar” kategorisinin ortak bir kimliği teşkil ediyor olması düşüncesi de sorunlu bir yapıya işaret ediyor. Kişi sadece “kadın” için belirlenen özelliklere mi sahiptir? Bundan ne az, ne da fazla mıdır? Bu şekilde belirlenen bir sınıfsal düzlem içinde kadın eril sistem tarafından ezilen tek ve genel geçer bir kategori midir? Bu noktada da genel geçere yayılan söylem içinde aslında feminist kuramının böylesinin, batıcı dünya görüşünü benimsetmek, batı tarafından yaratıldığını ve sadece üçüncü dünya ülkelerini veya doğuyu kültürel sömürüye alabilmek ve bunların batı dışı barbarlık uygarlığı olduğunu gösterebilmek amacıyla savunuluğunu ortaya çıkarmaz mı? Ataerki düzenine evrensel de bir statü kazandırmış olunmuyor mu?
Kadınların ezilmesini sağlayan ortak bir nokta mı vardır? Kadınlar arasında bağ kuran şey ezilmelerinden mi ibarettir? Kendilerine has bir özellikleri var mıdır? Dişile özgü bir alandan söz edilebilir mi? Kadını tanımlayan ve özneleştiren temel unsurlar nelerdir? Biyolojik midir, ontolojik mi?
Kadını tanımlamak demek toplumsal anlamda cinsiyetli dünyaya hizmet etmek ve temelde feminizmin karşı geldiği düşüncelere hizmet etmek değil midir? Kadın tanımlanmalı mıdır?
Butler, bu türevden çeşitlim sorularla aslında sorunun temel kaynağını isimlendirmenin oluşturduğunu ve temelde cinsiyet olgusunun bir isimlendirme sonucu ortaya çıktığını belirtiyor.
Bu noktada da Toplumsal Cinsiyet, Cinsiyet ve kimlik kavramlarının ne olduğu sorusu ortaya çıkıyor.
Toplumsal Cinsiyet mi Cinsiyeti Doğurur, Cinsiyet mi Toplumsal Cinsiyeti?
Butler, kitabını çeşitli bölümler halinde sunuyor ve her bölümde sorularla beraber çeşitli kuramları tartışıyor. Toplumsal Cinsiyet mefhumunu sorunun temel kaynağı olarak gören Butler her bölümünde kavramın farklı boyutlarını ele alıyor ve tartışıyor.
Toplumsal cinsiyet’in feminist kuramcılar arasında sonradan yaratılmış ve aslında cinsiyetin getirdiği kadersel anlayışa itiraz amacıyla ortaya çıkmış olduğu görüşünün hâkim olduğunu eleştiren Butler, toplumsal cinsiyet olgusunun kültüre bağlanıyor oluşunu irdeliyor ve cinsiyet kavramının da aslında toplumsal cinsiyetin bir yaratımı olduğunu ortaya koyuyor. Öğretilmişlerden hareket eden toplumsal cinsiyet kavramı, cinsiyeti de öğretilmiş bir kalıba sokuyor. Cinsiyet kavramını belirleyen faktörlerin değişkenliğine değinen Butler, öğretilmişliklerin toplumsal cinsiyet sayesinde var olduğunu ve bunların cinsiyet kriterlerini belirlediğini belirtiyor. Cinsiyet doğal ve biyolojik olan denilse bile; bu doğallığın kriterlerini ne belirler? Anatomi mi? Hormonlar mı? Kromozomlar mı? Yaşam tarzı mı? Bu kriterler de aslında toplumsal cinsiyetin kriterleri ile eşdeğer değil midir? Dolayısıyla bu nokta toplumsal cinsiyet ile cinsiyeti aynı şey yapmaz mı? Cinsiyet, toplumsal cinsiyetin ortaya çıkmasıyla beraber, kadının kriterlerini belirleyen eril hegemonyası tarafından sonradan tanımlanan gerçeklere mi uydurulmuştur?
Peki, feminizm bu durumda hangi durumun karşısında veya yanında yer almalıdır? Kadının savunuculuğunu yapan feministler kimi kadın saymalıdır?
Toplumsal cinsiyetin yaratıldığı dönem şeklindeki kullanımları da irdeleyen Butler, toplumsal Cinsiyetin nereden başlamış olabileceğini ve bunun öncesinden söz edilip edilemeyeceğini de tartışıyor. Toplumsal cinsiyetin bir başlangıcından ve ilerleyişinden söz edilebiliyorsa değiştirilebilirliğinden de söz edilebileceğini ancak bu noktanın da imkânlılığının söz konusu olup olmadığını tartıyor. Bu durumun imkânsızlığı karşısında da toplumsal cinsiyet de aslında bir “kader” oluyor.
Söylem öncesi bir anaerkil yapının olup olamayacağı sorularına da cevap arayan Butler, bu görüşün de aslında içinde bir taktik barındırdığını ve ataerkil düzenin bir oyunu olduğundan söz eder ve feminist kuramın bir aldanmaca içinde olduğunu vurgular. Söylemin içinde barındırdığı taktik şudur: Anaerkil yapı düzen içinde yerini ataerkiye bırakmak zorunda kalan güçsüz bir yapıdır ve yıkılmaya mahkûmdur. Bu söylemin gizliden gizliye bilinçaltımıza ezilmeyi kabul ettirici bir yanı ve cinsiyetsiz dünyanın imkansızlığını savunan bir düşünce olduğunu belirtir. Düzen gizliden gizliye anaerkil yapıyı bilincimizden silmektedir.
Bu görüşün başka yönlerinden de söz etmek mümkündür. Anaerkil yapıyı kabul eden zihniyet bunu yücelterek ataerkil benzeri bir yapıya kavuşturma çabası içine girmez mi? Bu da ataerkinin ve eril hegemonyasının bir taklidi değil midir ve aynı sonucu doğurmaz mı?
Feminizm geçmişi ne şekilde değerlendirmeli ve ne şekilde ele almalıdır?
Çeşitli kuramcıların toplumsal cinsiyetin tarihsel süreci üzerine yaptıkları görüşleri de değerlendiren Butler, bu çerçeve de Beauvoir’ın da düşüncelerine yer veriyor ve Beauvoir’ın cinsiyetin bir inşa olduğu görüşünü irdeliyor. Cinsiyetin inşasının söz konusu olup olmadığını tartan Butler, bu doğrultuda cinsiyetin bir tercihe dönüşebileceğini ortaya koyuyor ve şu soruyla karşı karşıya kalıyor: Cinsiyet bir seçime dönüşebilir mi? Toplumsal cinsiyet buna imkân verir mi? Belirlenenler karşısında mı cinsiyeti alırız, yoksa bizim belirlediklerimiz sayesinde mi cinsiyete sahip oluruz? Bedenin cinsiyet karşısında ne türden bir işlevi vardır?
Evrensel bir Cinsiyet: “Dişi”
Öğrenilmişlikler ve toplumsal cinsiyet mefhumu karşısında hegemonyasını ilan eden eril kimliğin karşısında evrensel olan kimliğin dişi kimlik olup olmadığını Irigaray’ın görüşleri çerçevesinde tartışan Butler, tek bir dişil kimliğe indirgemenin de aslında fallogosantrik yapıya hizmet ettiğini belirtiyor. Eril yapının taşıdığı yanılsamayı ve söylemselliği içermeyen dişil kimliğin evrensel cinsiyet olup olmadığını irdeliyor. Irigaray’ın savunduğu bu fikirleri feminizmin kendi kendisini baltaladığından söz ediyor. Yazımızın birinci kısmında değindiğimiz kimlikleştirmenin fallogosantrik yapının tekrarlanmasıyla son bulacağını belirtiyor.
Butler feminist kuram için önemli bir soru daha soruyor: Dişilliğin karşısında duran tek bir maşist ve fallogosantrik erillikten söz etmek mümkün müdür yoksa bu da yanlış bir kimlikleştirme sorunu mudur? Feminizmin temel savunusu olan evrenselleştirilmiş ezilme durumu da aslında bu yanlış kimlikleştirmeye hizmet etmez mi?
Butler, çalışması içinde kendi fikirlerini de tartışamaya açar ve doğru cevapları bulmaya çalışır. Toplumsal cinsiyetin kimlik yarattığından söz edilebiliyorsa ve toplumsal cinsiyet yaratılmış bir gerçeklikse bugün sözünü ettiğimiz kimlik nedir? Toplumsal cinsiyet olmadan da bir kimlikten söz edilebilir mi?
Çeşitli görüşlerin sentezinden doğruya varılıp varılamayacağı sorununu da tartışmaya açan Butler, bu anlayışın da doğruya götüremeyeceğinden söz eder. Her tür sentezin çatışmalarla ortaya çıkabileceğini ve bu alışveriş sırasında güçlü olan fikirlerin kimi zaman doğruları yok edebileceğini belirtir. Bu durumun da mevcut koşullarda eril hegemonyasına hizmet edeceğini ve aslında bu türden birlik anlayışlarının da iktidar tarafından ortaya atıldığını belirtir ve işin zorluğundan söz ederek tartışmasını derinleştirir.
Heteroseksist Düzlemin Yıkılması Mümkün müdür?
Wittig gibi kuramcıları görüşleri doğrultusunda heteroseksist düzlemi tartışmaya açan Butler, bu görüşlerin de toplumsal cinsiyet kavramını ortadan kaldıramayacağını ve bir çözüm teşkil edip etmeyeceğini tartışarak çalışmasını sürdürür.
Wittig, heteroseksist düzlemin yıkılmasıyla beraber hegemonyayı elinde bulunduran erilliğin ortadan kalkacağını ve cinsiyetsiz bir dünyaya sahip olabileceğimizi belirtir. Ancak Butler bu ütopyayı tartışmaya açarak çeşitli görüşler doğrultusunda uygulanabilirliğini tartışır. Wittig görüşü çerçevesinde lezbiyenliğin insanlığın tözü ve cinsiyetsiz düzenin göstergesi olduğunu savunur. Ona göre kadın olup heteroseksüel bir düzeni savunmak, hegemonyanın esiri olmaktır. Bu noktada Levi-Strauss’un akrabalık görüşleri üzerine düşüncelerini de çalışmasına katan Butler, ataerkil düzen içinde homoerotik bir yapı olduğunu ve dişinin sadece bir değişim aracı olup eril sistemin devamını sağlamak amacıyla kullanıldığını ve fallus olduklarını belirtir. Bu görüş çerçevesinde erkek eşcinselliğin de aslında eril hegemonyasının en üst düzeydeki yapısı olduğunu ve lezbiyenliğin tam karşısında yer aldığını belirtir. İşte tam bu noktada Butler, kimlikleştirmenin yine bir soruna yol açtığından ve toplumsal cinsiyeti pekiştirdiğinden söz eder.
Dişil ile eril arası farkı doğada arayan görüşleri de değerlendiren Butler, dişiyi doğaya erili ise kültüre atfetmenin de tartışmaya açık olduğundan söz eder ve bunun da temelde kimlikleştirmeye ve ayrımcılığa yol açabileceğinden söz eder.
Çeşitli Kuramların Çatışması
Çalışmasının ilerleyen bölümlerinde toplumsal cinsiyetin her yönden irdelemesini tartışmaya açan Butler çeşitli cevaplara ulaşmaya çalışır. Heath’ın görüşleri çerçevesinde dişilin bir maskeleme içinde olduğunu ve sistem içinde var olmak için kendini gizlemek zorunda kaldığından söz eder. Ancak gizlenen asıl kimlik nedir? Bu kimlik evrensel olan cinsiyetsiz kimlik midir yoksa gizlenen eril yön müdür?
Toplumsal cinsiyet meselesini Freud’un psikanalitik görüşleri çerçevesinde de tartışmaya açan Butler aile faktörü içinden toplumsal cinsiyetin oluşumunu tartışmaya açar ve değerlendirir. Bu değerlendirme toplumsal cinsiyet açısından başka bir görüşü ortaya çıkarır: Toplumsal cinsiyet içselleştirerek mi oluşur?
Toplumsal cinsiyetin dil üzerinde de etkilerini tartışmaya açan Butler, bu konuda çeşitli görüşleri değerlendirmeye alır ve dilin heteroseksist düzlemde var olduğunu ve bu yönden bir cinsiyetsizleştirme olup olamayacağı görüşünü, Kristeva başta olmak üzere çeşitli kuramcıların görüşleri doğrultusunda değerlendirir.
Cinsiyet ve Cinsiyetin Performatif Yanı
Çalışmasının son bölümünde cinsiyetin performatif yönünden söz eden Butler, bu noktada queer teori ile ilgili önemli saptamalarda bulunur. Eşcinsel kültürünün toplumsal cinsiyet üzerindeki yerini sorgulayan Butler, cinsiyet değişimi unsurunun ezber bozucu yanlarına değinerek toplumsal cinsiyet üzerindeki yansımalarına değinir. Kadın görünümündeki erilliğin, ya da eril görünümündeki içindeki dişiliğin yapı içindeki yerini sorgulayan Butler, eşcinsel kültürü ile ilgili önemli noktalar ortaya koyar ve 1970’ler sonrası dünyada önemli bir değişim ivmesi kazanan eşcinsellik için yeni ufuk açıcı görüşler sunar ve yirmi birinci yüzyıl dünyası için çeşitli alternatifler sunar.
Cinsiyet üzerinden ezber bozucu fikirler ve tartışmalar içeren Butler’ın çalışması, alışagelmişin dışında bakışlar sunarak hem eril sisteme hem de onun karşısında duran feminist teoriye alternatif fikirler sunarak iki görüşü de alt üst ederek doğru ve yanlış yanlarını başarılı bir şekilde tartışır.
Başak Ertür’ün çevirisiyle Metis Yayınlarından çıkan “Cinsiyet Belası – Feminizm ve Kimliğin Alt Üst Edilmesi” 2008’de birinci basımı yapılarak yayına sunuldu ve 248 sayfa…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder